Ne dünya yeteri kadar güvenli, ne insanlar izanlı ve tekin.
Yaşamak için BİRARADA gerekli olan şey TOPLUMSAL EKİN...

NEDEN BİRARADAYIZ

Herkes ufku seyreder.
Işık huzmelerini gözlemlemek, süzüp ayrıştırmak, anlamlaştırmak ve anlatabilmek ise farklılık ister. Bu farklılık bilincin öngörüsüyle olasıdır. Sığlıktan derinliğe, derinlikten sığlığa hareketlenmeleri çözümleyebilme yetisi bilginin kılavuzluğunda gerçekleşebilir. Bu bilinç salt istatiksel birikimden ibaret değildir. İstatikseli yaşamın içerisinde objelerle bütünleştirmektir. Somutu - soyutu, geçmişi – geleceği parçalamadan olguları doğru zemine oturtabilmektir.

Renk yoğunluğunda sadeliği yakalayabilmek ve her renkte düşünebilmek, tabloyu özümsemek, çözebilmek defalarcasına herkesin anlayabileceği tarzda yaşamın kendisini örgütleyebilmek bilincin vazgeçilmezi olmak zorundadır. Bilinç geçmişin yorgun savaşçısı olamayacak kadar önemli ve üretken olmak durumundadır. Öğrenmek ego tatminiyle sınırlı olamaz… olmamalıdır da…

Bir arada yaşam ilkesinin temeli aydınlanmanın herkes için gerekliliğini vurgular. Bu anlamda öğrenmek, öğretmek, sorunlarla yüzyüze gelerek çözümlemek kaçınılmazımızdır.

Yaşadığımız çevrenin sorunsallarını irdeleyerek, çözüme yönelik formülasyonları vücuda geçirmek, kendimizi adlandırdığımız “insan” odaklı görev anlayışımızla bütünleşmemizde hayat bulabilir ve bulmalıdır.

Burada yaşayacağımız temel sorun, olaylara farklı açılardan yaklaşmak değil (ki bu zenginliğin ifadesi olabilir) asgari müştereklerde buluşabilmek, çözümü üretmek, sonucu örgütlemek, farklılıkları bir potada eritebilmek olmalıdır. Nihai amacın insan yaşamını mutlandırmak adına çaba sarfetmek olduğunu düşünürsek, ayrışmaların, kırgınlıkların ya da kızgınlıkların veya çatışmaların hiç kimseye yararının olmayacağı ayan beyan ortadadır.

Bu süreçte insan egosunun dayattığı BEN yerine, BİRARADA yaşamın öngördüğü BİZ olgusunu çalıştırmak zorunludur. Bir elle yapamadığımız her şeyin, iki elle yapılabileceğini süreç içinde gördükçe dar olan bu çerçevenin giderek genişlediğini gözlemleyeceğiz.

Bu yaklaşımın içeriği ilk bakışta hümanizm olarak görünse de, bütün olarak incelendiğinde salt bu şekilde adlandırılmasının eksik olduğu kavranacaktır. Kaldı ki siyasal yaklaşımların temelinde insan faktörünün olduğu vazgeçilmezliğinden hareketle, insan odaklı anlayışların öncelikle vurgulanması kaçınılmazdır.

İnsanlık tarihine şöyle bir dönüp bakıldığında, ilk çağlardan itibaren kıyasıya bir güç kavgasının günümüze kadar ulaştığını görürüz. İlkel toplumdaki klanlardan – köleci topluma, feodalizmden – kapitalist sürece, emek sermaye çelişkisinin çatışmalar sonrası sosyalizme dönüşümüne kadar bu güç kavgası yaşanan her anda kendisini açıkça ifade eder. İnsanların tarih bilincini oluşturan yapılan savaşların, çekişmelerin nerde ne zaman olduğu değil, neden olduğu kavramı olmalıdır. Resmi tarih anlayışının bilimsel ve felsefi hiçbir önemi olmadığı gibi, gerçekleri yansıtma yerine yanıltma yöntemini kullandığı fiilen ortadadır. Bu bağlamda, gerçekleri ancak ve ancak insanlar – toplumlar arasındaki sosyal, ekonomik, kültürel, dini ilişkileri inceleyerek anlayabiliriz.

Her sosyal topluluğun farklı kavramları, algıları, yaklaşımları, dilleri, inanışları olabilir. Lakin ihtiyaçları çerçevesinde yaşamdan beklentileri farklılık göstermez. Kaygıları farklı alanlarda yada içiçe de olsalar aynıdır. Bu ayniyet aslında insanlar arasındaki en büyük bağı oluşturur. Çoğunluk açısından bakıldığında yaşamsal sorun ayakta kalabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek, güvenilir bir ortamda sosyal hayatı sürdürebilmek, hemcinsleri ve karşı cinsleriyle doğallığı yaşayabilmek. Üretkenliğin temelini oluşturan çoğunluk ne yazık ki, bu sorunlarla hergün karşı karşıya gelme korkusunu hissetmekte, yanıltma ve yönlendirmelerle ve zaman zaman kışkırtmalarla çevresindekilere karşı adı konulmaz bir şekilde düşmanlaştırılmaktadır. Dar görüşün hayatı darlaştırdığı gerçeğinin farkında olmadan kıyasıya bir mücadele ortamının içinde özgücünü kaybetmektedir. Sürekli kamçılanan egoları en yakınındaki unsurların dahi yaşam hakkını sorgulama eğilimindedir. Oysa ki gerçek vaat edilen dünya değil, yaşanan dünyadan ibarettir.

Tarihlerden gelen yolculuğumuzda yaşanan bunca arbede, kavga, savaş, kışkırtma bir neden dayalı açıklanmadığından (aslında açıkça ortada olmasına rağmen), kavramlar bilimsel temelde incelenmediğinden, bilgi doğru şekilde aktarılmadığından kargaşanın uzunca bir dönem daha süreceği aşikardır. İlkellikten teknoloji çağına kadar gelen süreç, bunun somut bir örneği olduğu gibi, bugün yaşanan erk çekişmelerinin yarına da yansıyacağının öngörüsü yapılabilir.

Efsanelere göre Pandora yanında taşıdığı kutuyu açtığında içinde bulunan tüm olumsuzluklar insanoğlunu çepeçevre sarmıştır. Kutuda sadece umut kalmıştır. Bu umut herkes için farklı beklentilerin oluşmasına, insanoğlunun körlemecesine onun peşinden koşmasına neden olmuştur. Umudun hakimiyetindeki insanoğlu çevresindeki her şeyi inkar eder hale gelmiş, bir anlamda yaşadığı ortamı gözlemleyemediği gibi kendini gelişmelerden izole ederek sorgulamaktan uzaklaşmıştır. Umutla bütünleşen ne olacağım kaygısı kimlik inkarına varan yarınsız bir yaşamın başlangıcıdır. Yarınsızlık bireyleşememenin temelini oluşturur. Günlük maişet (geçim) derdi içindeki insan kimliğini, yaşam biçimini, haklarını sorgulayamadığı gibi, çevresindeki yaşamın farkında olmadan, kendinden ibaret dünyada diğerlerininde haklarının olabileceğini düşünmeden, kendine duymadığı saygıyı yanıbaşındakilere karşı hiç duymadan, kendini ve diğerlerini sorunlar sarmalının içindeki her an kopmaya hazır basit bir iplik ucu olarak görebilir.

Yarınsızlık bireyleşememek - bireyleşememek iradesizlik - iradesizlik aidiyet duygusu - aidiyet duygusu köleleşmektir.

Çevrenizde kiminle sohbet ederseniz belirsizliklerin, yol çizememenin ağırlaştırılmış baskısı altında çaresizliğin feryatlarını duyabilirsiniz. Bun o kadar yoğun bir şekilde tezahür etmektedir ki, kimse kimsenin sorunuyla ilgilenemez hale gelmiş, ya da kulaklarını tıkayarak farkındalığını uzaklaştırma çabası içersine girmiştir. Ortak yaşamdan kopuşun yarattığı yalnızlık giderek yılgınlığa ve korkuya bürünmüştür. Mücadele edip değiştirme, farklılaştırma çabası içerisine girenler öcü olarak lanse edilmeye, lanetlenmeye varan muamelelerle karşı karşıya kalmışlardır. Bir anlamda insanlar aklın tatile çıktığı bir zaman diliminde yaşamlarını idame ettirme ikilemine düşürülmüştür. Doğallığın, insani olguların (bir arada yaşam, saygı, paylaşım, yardımlaşma) yerini, vahşileşme, içe dönme, ilgisizlik ve giderek soyutlanma almıştır.

Sosyal açıdan, kültürel açıdan, siyasi açıdan izole olan insanlar topluluğu, ekonomik abluka altında tutularak hak ettiğini değil verileni alarak yaşamlarını sürdürmektedir. İnsanlar için geliştirildiği söylenen teknoloji, insan toplumları üzerinde bir baskı (ekonomik, sosyal, kültürel, siyasal) ve uyuşturma aracı haline dönüştürülmüş, tepkilerin elimine edilebilmesinin temel fonksiyonu olmuştur. Determinist (iradeci) yanın giderek kaybolduğu, volantirist (kendiliğindenci) yanın güç kazandığı bu yaşam biçimin temel göstergesi güvensizliktir.

 

Güvensizlik değer yitimi – değer yitimi kuşku - kuşku kemirilme – kemirilme farkındasızlık yaratır.

Evet, adeta bir farenin salgıları toplumların her yanını uyuşturmuş ve hareketsiz kılarak kemirilmeye uygun hale getirilmiştir. Güvensizlik o raddeye ulaşmıştır ki, üç maymun hayretler içerisinde insanları seyrederek vakit geçirmeye başlamıştır.

Kuşkulardan oluşan dünyadaki farkındasızlık, ötekileştirme metodunun pompalanmasıyla, bir yandan asıl güç olan insan toplumlarının parçalanmasına, bir yandan da metodu uygulayanların yasallığını sağlayarak alabildiğine güçlenmesine sebebiyet vermiştir. Bu sebebiyetin yarattığı sorunlarla, barut kokusu, kan ve gözyaşı hergün ve heran çarpıtılarak, gerekmiş gibi sunulmaya, kanıksatılmaya çalışılmaktadır. Hatta ve hatta kimliğinden bihaber kesimlerde taraftarlar oluşturulmakta yada bir başka deyimle herkesin taraf olması için zorlamalar yapılmaktadır.

Ülkemizde de, dünyada da taraf olmayanın bertaraf olacağı söylemi tesadüfen gelişen bir durum değildir. Güçlüler (güçlü görünenler) kaynakları elde edebilmek adına taraftar olmayanları (Irak, Afganistan örneğindeki gibi) bertaraf ederek kendilerine uygun organizasyonların temelini atmaktadırlar. Yeni gelişebilecek durumlara göre de uyarılar yaparak (İran, Yemen, Kuzey Kore vs) gelecekte yapacaklarının altyapısını oluşturmaktadırlar. Bu davranış biçimleri o kadar cüretkar bir seyir izlemektedir ki, milyonları aşan insan ölümleri gözlerimizin önünde fütursuzca sergilenmektedir.

Bütün bu gelişmeler sözde insanlar için yapılmaktadır. Demokrasi manevrası adı altında ülkeler işgal edilmekte, o ülkelerdeki yönetimler devrilmekte, kendilerine uygun iktidarlar atanmakta ve ülkelerin kaynakları hortumlanarak kendi denetimlerine geçirilmektedir. Bazen topla – tüfekle gerçekleştirdikleri bu eylemleri, bazen ülke içerisinde yarattıkları kaotik davranışlarla sonuca erdirmekte, uygunsuz olanı (kendilerine göre) değiştirip yerine söz dinleyeni koyarak amaçlarına ulaşmaktadırlar. Ellerindeki olanakların tamamını (TV, gazete, radyo vs) kirli savaşlarını legalize etmek için seferber etmekte, kendilerine taraftar bulabilmek için din, ideoloji, tehdit oluşturma vs safsatası altında bilgi erozyonu yaratarak karşı koyuşları sindirmektedir.

Tutarlı hiçbir yanları olmamalarına karşın, insan toplumlarında yarattıkları acizliğin, savunmasızlığın, korkunun, yılgınlığın, körlüğün karını ellerini ovuşturarak hanelerine yazmaktadırlar.

İrade geliştiremeyen bağımlı yaşar gerçeğini göz önüne aldığımızda, özgücümüzün başkalarının iki dudağı arasında eridiğini söylemek abartı olarak değerlendirilemez.

İradesizlik karamsarlık – karamsarlık suskunluk - suskunluk teslim olmaktır.

Tek tek sohbetlerimizde (toplumun her kesiminde) bütün bunların tespiti yapılır. Herkes en ince ayrıntısına kadar yetebildiğince bunları anlatır durur. Zaman zaman çözümlerde üretilir… kahramanlaşılır… Ama bütün bu sohbetler anlıktır ve sadece söze dayanır. Karşı koyuşa yönelik bir öneri geldiğinde iradeyi geliştirici bir tavır sergilenemez ve çeşitli gerekçeler oluşturularak uzaklaşılır. Teslimiyetin kılıfı özenle örülü ve her türlü ben duygusunu örtecek kadar kalındır. Oysaki herkes bilir kendi geleceğinin ve emanet alınan dünyanın çalınmasına göz yumulmaktadır.

Anı yaşamak gelecek kaygısına rağmen ağır basar. Pişman olunamayacak kadar geç kalındığında ağırlı bütün hareket kabiliyetini imha etmiştir. Kahramanlar beklenir hamasi nutuklar atan… ve bulunur da… Yeni bir umutla takılınır peşine. Ufuğu yeniden çizer kahramanlar. Hergün biraz daha fedakarlık isterler. BİZ derler önce, sonra BEN. Çözeceğiz bütün sorunları… yada ben çözeceğim, beni takip ederseniz.

Bu minval üzere sürüp gider yaşam, ucuzca tüketilir.

İnsanlar yada tek tek insan doğar – yaşar – ölür üçlemine sıkıştıramayacak kadar önemlidir. İnsan geçmişten aldığı bilgiyi günle bütünleştirerek geleceği oluşturabilir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran temel özellik üretkenliğidir. Bu üretkenliğin bileşenleri yaşamı geliştirmede temel ayakları oluşturur, evreni anlaşılabilir kılar.

Akıl, bilgi birikimi, yaşanmışlık doğru zemine oturtulduğunda, engin bir tecrübe denizi insanlığın hizmetindedir. Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin tecrübeyle bütünleştirilmesi gelişen yada gelişebilecek olumsuzlukların önüne aşılmaz bir set oluşturacaktır. Bireyselliğin (benciliğin) güçsüzlük, dayanışmanın çözümleyici unsur olduğu anlayışından hareketle gelişen, gelişecek süreç insan soyunun onurlu bir yaşama doğru yönelmesini hızlandıracaktır.

Bir arada yaşam ilkesi farklılıkların giderilebilirliği ilkesinden hareketle, çözümsüzlük üretimini reddeder. İnsan ilişkileri içerisinde paylaşılamayacak tek şey paylaştırılmak olmalıdır. Bireyin ötekileştirilmesine, ötekileştirilmenin karşıtlaştırılmasına, karşıtlaştırmanın çatıştırılmasına karşın, paylaşımı, saygıyı yaşama hakkının gerekliliğini savunarak kendini ifade eder.

Birey (bilgiyle donanımlı) yaşanan anın fotoğrafını çekmekle kalmaz, bu fotoğrafın oluşuma gerekçe olan tarihsel gelişimin, çıkar ilişkilerinin ve bu çıkar ilişkilerinin örgütlediği nedenlerin dışında çözümleme üretir.

Bulunulan an geçmişin yansıması ve geleceğin aynası olmasından ötürü, yanlış konulacak teşhis salgın bir hastalığın oluşmasına payende olabilir. Bu durumda insanlara dayatılan kuşku yerine (koflaştırma, yalnızlaştırma) bilimsel olan kuşku kullanımı devrede olmalıdır. İnsanlar arasındaki ilişkiler hiçbir şekilde sempati yada antipatiyle sınırlanamaz, sınırlanmamalıdır. Sosyal ilişki alanları içinde yada bireysel iletişimde anı değerlendirirken, yada geçmişten geleceğe köprü kurarken kullanılacak yöntem empati olmak durumundadır. Ötekileştirme, yalnızlaştırma seferberliğine karşın, empatiyle, nedenselliği sorgulamayla, ortak akıl ve dayanışmayla sorunların çözümü gitgide kolaylaşabilir.

Binyıllara dayanan insanlık tarihinin çelişkilerinin, olumsuzluklarının bugünden yarına çözülemeyeceği gerçekliğiyle birlikte, çözümsüzlüğünde diretmek, diretenleri payelendirmek, yanlışlıkları görmezden gelerek salt ben duygusuyla riayet etmek insan onuruyla bağdaşan durum olamaz, olmamalıdır.

Bilimsel aklın ışığında bireysel umut kandırmacasının toplumsal bilinçle safdışı edilebileceğinin, yaşama atılan düğümlerin dayanışma ile çözülebileceğinin, yalnızlaştırmaya karşın BİRARADA YAŞAM ilkesi doğrultusunda hareketin geçerliliğinin savunucuları olarak, sadece ufku seyretmenin yeterli olmadığını görebilmeliyiz.

Yaşadığımız dünyadaki renk cümbüşünün siyah ve beyazla sınırlandırılmasına itiraz ederek, ufuk çizgisini, ışık huzmelerini doğru algılayarak, şafak sökümünü güzelleştirebilmek birey olarak asli görevimiz olmalıdır.

Bu evrende yaşayan her bireyle yürüteceğimiz dayanışma sınırsızlığımızı tescil eder.

Asıl gücün dayanışmadan kaynaklandığından hareketle yarınsızlığı reddederek, anı kolaylaştırıp, şafağı örgütlemek birincil görev anlayışımız olmalıdır.

Unutulmamalıdır ki;
Damlacıklar bütünleştiğinde göletleri,
Göletler bütünleştiğinde nehirleri,
Nehirler bütünleştiğinde denizleri oluşturur.
Ve suyun devingenliği hiçbir engel tanımaz.
Geçici olarak hapsedilebilir, ketler konulabilir ama asla yok edilemez.

Bir damla suyun bir çok şeyi değiştirebileceğinin farkında olarak yarınlara akmak gerçekliğiyle…

MERHABA...