Ne dünya yeteri kadar güvenli, ne insanlar izanlı ve tekin.
Yaşamak için BİRARADA gerekli olan şey TOPLUMSAL EKİN...

2-B ARAZİLERİ İLE YAPILMAK İSTENEN NEDİR? (1)

Bu husustaki çalışmalarımı esas olarak,1997’de yayınlanan “Kullanılmayan Ekonomik Kaynaklar” adlı kitabımda bulabileceğiniz için, burada kısaca anlatmakla yetineceğim. Ben bu dava ile tam kırk yıldır uğraştığım ve sürekli olarak gelişen ve tartıştığım bir konu olduğu için, kendi mücadelem içerisindeki kronolojik sıraya göre anlatmak zorunda olduğumu düşünüyorum.Mart1990 yılında, Turhal Kaymakamı iken, “idarecinin Sesi” Dergisi’nde yayınlanan bir yazımı esas alarak, konuya başlayalım.

Son zamanlarda ormancılığımız üzerine çeşitli toplantılar yapıldığını ve basının da bu konuya yeterli ilgi ve desteği gösterdiğini memnuniyetle izlemekteyim. Biz, bu yazımızda, bu konuyu genellikle pek ele alınmak ve gösterilmek istenmeyen veya ucundan dokunulan, yönünü işleyeceğiz. Yazımızın başlığından da anlaşılacağı gibi Türkiye’nin bu konudaki asıl sorunu; ormanlardan ziyade orman köylülerinin korunması gerektiği, acı gerçeğidir.

Ancak, ormandan elde ettiği yamaç arazi, birkaç yılda erozyonla gitmiş ve bir işe yaramamıştır. Ormanla, köylü birbirinin düşmanı görüldüğü için köylünün her hareketi suç sayılmış ve her yerde “orman köylüsü” ormanın kendisini mahkûm ettirdiği insan ve “potansiyel suçlu” gözüyle görülmüştür. Köylü bu kadar ezilmiş de, karşılığında ormanlarımız, artmış ve/veya kalite olarak yükselmiş midir? Hayır…

Türkiye’de ormanlar,1937’de çıkarılan 3116 ve 1945’de çıkarılan 4785 Sayılı Kanunlarla Devletleştirilmiştir.

Demek ki, bu konuda temel rahatsızlık, mevcut orman rejimimizdir. Köylümüz, içinde yaşadığı ormanına düşman kılınmıştır. Ormanların içerisinde ve kenarında yaşamak zorunda kalan köylü, (orman kaçakçılığıyla geçinen ve bu işi profesyonel bir meslek haline getiren kişilerin dışında), orman köylerinde, bugünkü durumdan memnun olabilecek tek kişi yoktur. Bu uygulama sonucu, ormanlarımız, %26’dan %11’e düşmüş, ancak “Orman Genel Müdürlüğü” dev bir örgüte dönüşmüştür. (açıklamak isterim ki, ormandan kastım, Orman Genel Müdürlüğü’nün envanterinde kendisine ait görünen araziler değil, gerçek ormanlardır. Şunu da belirtmeliyim k, %11 bile bu anlamda çok iltifatkâr bir rakamdır).

Buna göre; orman köylülerimiz, kendi mülki sınırlarında kalan ormanlardan, mevcut amenajman planlarına tamamen uyarak ve bağlı kalarak, orman Genel Müdürlüğü elemanlarının planlaması, denetimi ve sağladığı alt yapı hizmetlerinin katkısıyla, özgür bir şekilde üretim yapacaklar ve istedikleri yerde ve şartlarla satacaklardır. Buradan elde edilen geliri, orman köyünde yaşayan nüfusa eşit bir şekilde paylaştıracaklardır. Tekrar belirtelim ki, bu rejimde köylüler, ormanı istedikleri gibi ve keyiflerine göre kesemeyecekler, orman görevlilerin gözetiminde, amenajman planlarına göre (yani ancak kesilmesi mümkün olabileni keseceklerdir), üretim yapabileceklerdir. Amenajman planına uymayan tek bir ağacı bile kesemeyeceklerdir.

Bu tür bir işletmeciliğin detayları daha geniş olarak belirlenebilir. Ancak, böyle bir işletmeciliğin önündeki en büyük engel, ormanların Devlet elinde olmasıdır. Ama işin en kolay tarafı da budur!  Tabii ki, orman köylüsü lehine bir tercih konarak! Nasıl mı olacaktır? Milli Parklar dışındaki tüm ormanların işletme hakkı, kendi mülki sınırları içerisinde kalmak kaydıyla, “köy tüzel kişilikleri” ne bırakılarak. Hem de hiçbir karşılık söz konusu olmaksızın! Hemen akla gelebilecek bir husus, “Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunmaz; Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe işletilir ve yönetilir,” hükmüdür. Birinci yol, bu maddeyi değiştirmektir. Bunun mümkün olmadığı halinde ise, mülkiyeti devretmeden ve “Devletçe yönetilir ve işletilire” ters düşmeden ve Anayasa’da halen mevcut olan; kamu yararına irtifak hakkına uygun olarak tüm baltalık ve koruluklarda köylü lehine “faydalanma hakkı” tesis edilebilinir ve gerekirse, yeni bir kanun çıkarılarak, sonuç olarak aynı durum elde edilebilir.

Bizim kanaatimiz odur ki, bugünkü orman rejimimizle, hangi tedbirleri alırsak alalım, birkaç yıl sonra, ormanlarımız tamamen bitecektir. “Birkaç yıl önce yurdumuzun %11’i ormanlarla kaplıydı. Şimdi hiç ormanımız kalmadı. Çok acı!!!” ifadesini duymak istemiyorsak, ve orman köylülerimizin de insanca yaşamasını istiyorsak, bir an önce, yukarıda belirttiğimiz uygulamaya geçmek ve ormanlarımızla orman köylülerimizi birlikte  kurtarmak zorundayız.

Akyazı Kaymakamı

Bu çözüm bende, birden bire oluşmadı. Yukarıda da belirttiğim gibi çok uzun yıllar çalışmanın ve “bu konuda, ne yapabilirim?” sorusunun cevabını aramanın sonucunda, zaman içerisinde gelişen bir düşüncedir. Bu düşünce ve teklif, Türkiye’de, ilk defa benim tarafımdan yapılmıştır. Benden önce, hiç kimse böyle bir şey dile getirmemiştir. Peki ben nasıl bu düşünceye ulaştım? Kısaca onu anlatayım: dediğim gibi çok uzun yıllardır hem ormanlarımızı hem de orman köylülerimizi nasıl kurtarırız (?) düşüncesi adeta beynimi kemirirken, hemen her zaman kafamda oluşturmaya çalıştığım çözümlerin hepsinin, mevcut statüko içerisindeki çözümler olduğunu, neden sonra fark ettim. Evet, ben beynimi bu konuda zorluyordum ama mevcut düzeni veri kabul ederek uğraştığım için, bir sonuca varamıyordum.

Bilindiği gibi Osmanlı’da tarım arazileri; timar sistemiyle, savaşta yararlık gösterenlere, dirlik olarak verilmekte ve onlar tarafından işletilmekteydi. Mülkiyet, padişahındır. İstediği zaman, dirlik sahibinin elinden alabilir. Ama ormanlar, dediğim gibi cibal -i mübaha ile yönetilmekteydi. Cibal, Arapça dağ demek olan “cebel”in çoğuludur. Mübaha ise Arapça “ibaha” kökünden gelir; İslâm fıkhına göre, “bir şeyin yapılması ile yapılmaması, olması ile olmaması arasında hüküm farkı bulunmaması” halini ifade eder.

Burada şunu anlatmak istiyorum: bu durum, Cumhuriyet’e kadar böyle gelmiş. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, savaştan ağır bir yoksullukla çıkan genç Devlet, acil gelir ihtiyacı için bazı ormanların işletilmesini özel şahıslara vermiş, bunlar da sadece ağaç kesip katliam yapınca, ülkeyi büyük bir felâketin beklediğini gören zamanın hükûmeti, 1937 yılında  3116 Sayılı Kanunu çıkararak, ülkedeki tüm ormanların Devleştirilmesi (daha doğrusu Devlet eliyle işletilmesinin) yolunu açmıştır. O zaman için iyi niyetli olduğu muhakkak olan bu kanunun, asıl eksikliği orman içinde yaşayan, “orman köylüsünün” durumunun ne olacağını hiç hesaba katmamış olmasıdır. Bu durumun da, demokrasi eksikliğinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Kısaca anlatmaya çalıştığım gibi bu rejim, o tarihten beri, ormanın içinde kendi ormanına düşman ettirilmiş bir köylü oluşturmuştur. Yine o tarihten beri hem orman köylüsü hem de ormanlarımız sürekli ve muntazam bir şekilde kaybetmektedirler. Ama çok güçlü bir orman bürokrasisi oluşmuştur. Bu bürokrasi, Türkiye şartlarının çok üzerinde bir imkânla çalışmakta, araç gereç dinlenme yerleri v.s. gibi konularda, diğer Devlet kurumları ile kıyaslanamaz bir üstünlük sergilemektedir. Şu anda “Orman Genel Müdürlüğü” personelinin sayısını merak bile etmiyorum. Ama geçici işçileriyle birlikte sanırım, 200.000’den aşağı değildir. Peki, bu kadar insan çalışıyor da ormanlarımız, eskiye (yani bu kanunun uygulandığı yıldan önceki duruma göre) kıyasla çok mu iyidir? Hayır değildir. Hatta çok daha kötüdür.

Yine Ormancılık Şûrası’nda ifade edildi ki, Türkiye’de Orman Genel Müdürlüğü’ne ait olan ve sayısı 300’den fazla kamp, dinlenme evi v.s. adı altında özel yer vardır. İtiraz ederlerse inanmayınız. Küçük büyük toplam bundan bile fazla özel yerleri olduğu ifade edildi (sanırım 358 denildi).

Şimdi size çok enteresan bir bilgi vereceğim. 1950 seçimlerinden önce Demokrat Parti’nin en önemli iki seçim kozundan birisi (diğeri Türkçe ezandır), “ormanları tekrar eski sahiplerine vereceğiz” söylemidir. Bu sebepten Demokrat Parti, orman köylerinde, oy patlaması yapmıştır. İktidara gelmiş; ezanı Arapça söyletmiş, bu sözünü tutmuştur. Ormanları eski sahiplerine verme sözünü tutmak için, Hükûmet Programına koymuştur. Daha sonra, ormanları eski sahiplerine verme vaadini tutmak için; 5653 Sayılı Kanunu çıkarmıştır. İşte burada sıkı durun! Kendi çıkardığı bu kanunu uygulamamıştır! Daha doğrusu, birkaç küçük uygulamadan sonra vazgeçmiştir. Neden? Çünkü; Devlet’in elinde olan ormanların, aslında iktidarın elinde olduğunu, bununla istediği gibi oynayarak, büyük bir oy deposunu elinde tutacağını anlamıştır… Muhalefette iken, bunu anlayamamış (veya muhalefette oy almanın yolu bunu icap ettirdiğinden, böyle söylemiştir!) ama iktidarda, ne büyük bir kozu elinde tuttuğunu fark etmiştir. Nitekim, DP, daha sonra 6831 Sayılı Orman Kanunu’nu çıkararak, en sıkı devlet’çi olmuştur.

Bu oyun, hep böyle oynanmıştır. Bu yüzden orman köylüsü CHP’yi hiç sevmez, sağ partilere tomarla oy verir. Sebebi yukarıda anlattıklarımdır. Şimdi de 2-B diye oynanan oyun, bunun bir başka ve daha güncel versiyonudur! Sorun, aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Ormanların işletmesi Devlet’in elinde olduğu için, ormanlar fiilen sahipsizdirler, orman köylüleri,  yaşamak için gereken asgari ihtiyaçları sebebiyle ormandan açma yapmakta sonra bunları köy senedi ile yağmacılara satmaktadırlar. Bazı yağmacılar da, değerli orman arazilerine sahip olup, köşeyi dönebilmek için, orman arazilerine saldırmaktadırlar. Köylü, özellikle değerli turistik bölgelerde ve İstanbul gibi inşaat rantının çok yüksek olduğu bölgelerde, ormandan elde ettiği bu değerli araziyi,        “köy senedi ile” bir yağmacıya satmakta, bu yağmacılar da şimdi 2-B için “af çıksın”, deyip durmaktadırlar.

“Bunun çaresi nedir?” diye, bana soracak olursanız, bir şeyler söylemem mümkündür. Ama asıl görev, Parlamentodaki milletvekillerinindir. Bir ipucu verebilirim: 2-B ile dağıtılacak arazileri, üçe ayırabilirler. Gerçekten köylünün tarımda kullanacağı alanlar için ayrı; içinde sayısız konut bulunan yerleşim yerleri için ayrı; rantı yüksek, turistik ve inşaat değeri büyük yerler için ayrı birer hüküm getirirler. Köylünün kullandığı tarım arazilerinden para almazlar. Sultanbeyli gibi yoğun yerleşime konu olmuş yerlerden, vergi değerini alırlar. Yukarıda belirttiğim tarzdaki, imara açılacak ve turistik ihtiyaçlar için kullanılacak araziler için de rayiç bedel üzerinden satış yaparlar. Köy senedi ile devri de kabul etmezler, olur biter. Ama bu da geçici bir tedbirdir. Asıl tedbir; yukarıda anlattığım gibi ormanlarımızdan faydalanma hakkını, “orman köylüsüne” vererek, ormanlarımızı, sahipsiz olmaktan kurtarmaktır.

 

M.ATA AKSOY
26-03-2012