Ne dünya yeteri kadar güvenli, ne insanlar izanlı ve tekin.
Yaşamak için BİRARADA gerekli olan şey TOPLUMSAL EKİN...

KANAMAK (6)

İsrail’in yayılmacı tavrı Arap milliyetçiliğini tetiklerken, Sovyetler birliğinin bölge ülkeleriyle iyi ilişkileri, lehinde bir sempatiyi geliştirir. 1956 yılında NASIR önderliğindeki MISIR Süveyş kanalını denetim altına alır. Bölge ticaretinin mihenk noktası olarak görülen kanalın bu şekilde zapt altına alınması, bölgede hesapları olan İngiliz ve Fransızları harekete geçirir. İngiltere, Fransa ve İsrail mısıra karşı ortak operasyon düzenlerler. Kısa bir sürede kanalı kendi kurallarına göre işler hale getirirler. Çatışmanın derinleşmesini Sovyetler’in,  Paris ve Londra’yı imha ederim söylemi engeller. İlginç olan ABD’de bu süreçte Sovyetlerle aynı çizgide durur. Bölgeye dair hesapların yoğunlaştığı bu süreç, yeni bir hami ortaya çıkaracaktır. Dünyanın ve bölgenin jandarmalığı Eisenhower’la birlikte el değiştirir. Çatışma sonrasının kazananları, topraklarının genişlemesiyle beraber İsrail ve yeni bölgesel askeri güç olan ABD’dir. Arap dünyasında hayal kırıklığı yaratan bu çatışma ertesinde, İsrail kurulumunu güçlendirerek yeni alan oluşumlarının hazırlıklarını sürdürmektedir.

1967 yılına gelindiğinde Arap dünyası ortak tehlikeye karşı, ortak tavır konusunda bir anlaşmaya varırlar. Oluşturdukları güç birliği, altı gün savaşları denilen kısa bir sürede yenilgiye uğrar ve barış istemlerinin karşılığı Suriye’ye ait Golan Tepelerinin ilhakıyla son bulur. Bu esnada öldürülen ya da sürgün edilen onbinlerce Filistinlinin ve diğer bölge insanlarının çığlıkları, petrol kuyularında hapsedilir, duymazlıktan gelinir.

1950 yılı itibarıyla İsrail’i ilk tanıyan bölge ülkesi olan Türkiye, bütün bu gelişmelerde batılı müttefiklerinin yanında yer alır. Dini aidiyet açısından Ortadoğu halklarıyla benzeşen, bütün söylemlerini bu temelde geliştiren Türkiye, emperyalistlerin ve İsrail’in bütün insani hak ihlallerini, uluslar arası arenada destekleyici tutum takınır. Bu yıllardan günümüze kadar olan gelişmelerin tümü, tabiri caizse danışıklı dövüşten ibaret sayılabilir.

1950 ve 70’li yıllar arasında tartışılan Siyonist devletin kurulumu, bu yıllardan sonra meşruiyetini, emperyalizm destekli saldırgan politikalarla tartışılmaz hale dönüştürmüştür. İşin garip tarafı ise, binlerce yıldır bölgede yaşayan ve adeta yaşayacak başka hiçbir yeri bulunmayan, Filistin ve diğer bölge insanlarının çığlıklarının tartışılır hale gelmesidir. Topraklarını, özgürlüklerini ve yaşama ait ne varsa kaybetme noktasına gelen bölge halkının, hiçbir zeminde haklarını kazanmaları mümkün kılınmamaktadır. Günümüze kadar uzanan “demokrasi ihraçlarından” bölge insanının payına düşen kan ve gözyaşı olmuştur. Fransız sömürgesi olarak varlığını sürdüren Cezayir halkı, 1962 yılından itibaren bağımsızlık mücadelesini başlattığında, bütün bir ülkenin kan gölüne dönüşmesi “demokrasi” söyleminin ne kadar yanıltıcı olduğunun açık göstergesidir.

HAYRİ YÜCEL
04-09-2015